15 Nisan 2012 Pazar
Turgut Özal
1980 ihtilalinde, darbeciler İzmir Emniyeti'ni peşimize takmışlardı.
Öğretmen olduğumuz okulumuza ve evimize gidemiyorduk... Yakaladıklarını da iki ay tutup sonra hâkim önüne çıkarıyorlardı. O kaçak günlerde 12 Eylül sonrası kurulan hükümette önemli bir yeri olan Turgut Özal'a ulaşıldı ve bazı sıkıntılar anlatıldı... O günkü dar imkânlarına rağmen bir şeyler yapmaya çalıştı.
1992'de Amerika'da tanıştığımız Afrika kökenli Müslüman Amerikalılardan 42 öğrenci Türkiye'de okumak istiyordu. Fakat eğitim vizesi gerekiyordu, New York Konsolosluğumuz, bunların Fatih, Yamanlar gibi kolejlerde okuyacağını duyunca, "Aman irtica!" deyip o zaman bu vizeyi vermemişlerdi. 1993 senesinin başında Özal, Washington'a gelmişti. Ziyaretine gittim. Durumu anlattım. Çok garipsedi... Benim telefonumu aldı. Fakat bu çarpıklığı düzeltemedi. Amerika'dan döndükten sonra Orta Asya'ya gitti. Oralarda maalesef Hâriciye'mizin bütün engelleme ve ayak oyunlarına rağmen Türkmenistan'da, Özbekistan'da ve Kırgızistan'da mutlaka Türk okullarına uğradı. O zamanki cumhurbaşkanlarına bu okulların önemini anlattı. Öğretmenlerimiz için, "Bunlar bizim en kaliteli üniversitelerimizden mezun olmuş, en seçkin öğretmenlerdir. Hepsi de genç, dinamik bir yapıya sahip... Henüz otuz yaşında olanları bile yok. Bunların yetiştireceği çocuklarınız ülkenizi omuzları üzerinde yükseltecekler!.." diyerek, hem bu okullara ve öğretmenlerine kefil oldu hem de o günlerde maddî-manevî çok büyük sıkıntılar çeken öğretmenleri onurlandırdı, maneviyatlarını yükseltti. O fedakâr, o cefakâr, o adanmış ruhlar "Ne gam, arkamızda milletimizin temsilcisi Cumhurbaşkanı'mız var!.." diyerek büyük bir moralle işlerine sarıldılar. Güçlerine güç katıp gayret ve fedakârlıklarını artırdılar. O ülkelerin insanlarının ve onların hayat cevherleri olan evlatlarının gönüllerine girdiler. Görülmemiş başarılara imza attılar. Birbirine düşman milletlerin ve grupların çocuklarının sarmaş dolaş olmasını sağlayıp kaynayan yaraları sevgiyle sardılar...
1992'de New York'ta karşılaştığım menfi tutumun devamını 1990'lı yılların sonunda Almanya'da hâlâ görüyorduk. Stuttgart'ta bir eğitim yuvamız açılacak. Almanlardan milletvekili, belediye başkanı seviyesinde açılışa gelenler var. Ama eğitim yuvamıza 50 metre yakınlıkta konsolosluk binamız var. Bir kişi istiyoruz. Hiç olmazsa yardımcısı veya katiplerden birisi... Yok. "Hiç olmazsa görevli bir Türk müstahdem gönderiniz; devletimizi temsil etsin." diyoruz. O da gönderilmedi... Peki onlar kimdi? Biz kimdik? Bizleri kucaklamaları gerekmez miydi? Hele hele Avrupa'da varlığımızın kaybolup gitmesini, asimile olup yok olmasını önleyecek ve Avrupa mozaiği içinde kendi renklerimizle çiçek açmamızı sağlayacak hizmetleri yapanlar böyle hor ve hakir mi görülecekti? Bunun sebebi neydi?
Zihinlerimizden silinmeyen bir olay var ki, bunların tuzu biberi... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bir büyükelçi göndermişti. Tam temsilcisi... Yani hükümetin değil tabii, onun temsilcisi... Ramazan günü... İftar daveti var. İnsanlarımız devletimizin temsilcisi büyükelçimiz de var diye seviniyor. Ona saygıyla bakıyor. O da nesi? Ezana on dakika kala sigarasını çıkarıp yakıyor, dumanını da oruçluların ortamına savuruyor. Millet hayret ve dehşetle kendisini izliyor!..
Elhamdülillah, bugünler geçiyor... Artık onların yerine, özümüze ve kökümüze saygılılar geliyor. İnşallah böylece devam eder gider... Bu vesile ile merhum Turgut Özal'ı hayırla anar, Cenab-ı Hak'tan rahmetler dileriz.
Abdullah Aymaz
Kaynak: http://www.samanyoluhaber.com/yazar/abdullah-aymaz/Turgut-Ozal/745931/#ixzz1s7fWpLyA
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder