Kabul; bir yanımız hep tedirgin. Karamsarlığa kapılmak istemiyoruz ama önceki deneyimlerden canımız çok yandığı için, erken iyimserliğin de hayal kırıklığını büyüteceğinin farkındayız.
Bir süreç yaşanıyor ve eminim insanı, ülkesini, özgürlüğü, barışı seven, samimi olarak isteyen herkes sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyor. Netice alındıktan sonra herkes kendi ‘özeleştiri'sini yapacaktır illaki. Ancak şunu ifade etmek bir yükümlülük: Terör meselesinde en çok devlet kendini aşmıştır. Her türlü çakallığa, art niyetli yorumlara aldırmadan, samimi olarak bu topraklarda akan kanın durması için üzerine düşenden fazlasını yapmaktadır. Bunun için Öcalan'ın görüşme zabıtlarında çizdiği ruh haline bakmak bile yeterli…Öyle kırılgan, öylesine riskli ve keskin bir çizgide ilerliyor ki bu işler, her şey bir anda tepetaklak olabilir. Terör bitecek, diye ödü kopanların, varlıklarını bu kanın akmasına bağlayanların varlığından da haberdar herkes. Dolayısıyla boş durmayacaklardır, hiçbir zaman.
Hatırlarsınız, kısa süre önce Kaymakam Kenan ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Kenan Erenoğlu bir semboldü. Elbette, tüm kaçırılan resmi/sivil insanlarımız içindi feryadımız. Nazmiye Anne de bir semboldü. Ağızlarının ucunda iğreti şekilde tuttukları barış kelimesini sakıza çeviren ikiyüzlüler için bir testti kaçırılanlar. Çifte standardın ve sahte vicdanlıların tablosuydu. Tıpkı devletin bilerek/bilmeyerek yaptığı bir hatayı ağızdan düşürmeyip, terör örgütünün akıttığı kanı görmezden gelmeleri gibi…Hatırlar mısınız, eski başbakanlarımızdan biri vaktiyle ‘AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer' gibi beylik bir laf etmişti. Bugün, geriye dönük okuma yaptığımızda ne AB, ne barış, ne özgürlük. Hiçbirinin samimi olarak talep edilmediğini çok daha net biçimde görüyoruz. Eski başbakan bunları söylerken, kendi komutanı, sırf kendilerini huzursuz hissetsinler diye, şehir merkezlerinde periyodik olarak bomba patlatıyordu!
Bu hafta vizyona girecek olan bir film var. İsmi Jîn. Bir terör örgütü mensubu kızın, örgütten kaçmak isteyip de kaçamamasını anlatıyor. Filmin değerlendirmesini başka yerde yaparız ama yönetmen Reha Erdem çok enfes bir noktayı yakalamış ve çarpıcı görsellikte anlatmış: Eğer barış istiyorsanız, bunun güzergâhı anne kalbidir. Nokta…Örgüt militanı kız da, yaralı asker de önce annesiyle konuşmak, annesinin sesini duymak istiyor. Biliyor ki, bir evladı hiç kimse annesi kadar sevemez. Ve evlat kanlarının dökülmemesinin tek yolu da anne yüreğine müracaat etmektir.
Gerekçesi ne olursa olsun, bir anayı üzüyorsanız, başarılı olma şansınız yok. İster devlet olsun adınız, ister örgüt, hiç fark etmez. Ana yüreğini yakanların yatacak yeri olmaz! Örgüt, kaçırdığı kişilerden 8'ini serbest bıraktı. 30'a yakın ismi kaçırdıklarını okumuştum bir yerde. İnşallah zarar görmeden kalan o kişiler de ailelerine, analarına dönerler. Ve biliyor musunuz, kimse önemsemeyebilir ama bu sürecin başarıyla sonuçlanabilmesi esasen analara bağlı. Ana bedduası alanların amaçlarına ulaşması mümkün değil, eğer süreç herkesi memnun edecek şekilde sonuçlanacaksa, anne duasına talip olmalı herkes. Tıpkı Nazmiye Erenoğlu gibi. Yıllar yılı büyütülen karşılıklı nefret o kadar devasa olup dağları aşmış ki, eritmek için anne duası ve merhametinden başka iksir yok kanaatimce. Çözüm melcei ve yuvası anne yüreği. Samimi olarak barış isteyenler annelere baksınlar. Bir ülkede anaların gözü yaşlı ise, mutluluk asla uğramaz oralara.
Nedim Hazar - ZAMAN