Özgüvenli olmak, istediğin şeye ulaşabileceğine inanmak güzedir. Başarıyı da çoğu zaman beraberinde getirir. Ama her şeyin fazlasının zarar getirmesi gibi aşırı özgüven de insanı gerçeklikten koparabilir. “Nasıl olsa yaparım, bir şekilde hallederim!” diyerek üstüne düşen vazifeyi yapmadan gerekli tedbirleri almadan yola çıkanlar çoğu kere yolda kalırlar.
Bazı insanlar defalarca aynı eksik hazırlanmayla mükemmel sonuçlar beklerler. Sonuç kötü olur. Ama zihin bunu bir başarısızlık olarak algılamaz…
Hatta bazıları için bu düşmeler, motivasyon sebebi bile olabilir. Daha hırsla sarılıp, başarıya gitmek için daha bir gayrete gelenleri de olabilir…
İnsan olarak bazılarımızın dünyaya ve olaylara ilişkin pozitif bir illüzyon kurduğumuzu ve bu illüzyona inandığımızı görüyorum.
“Her şey daha iyi olacak!” inancı bazen bir körlük nedeni olarak gerçeği görmenin ve gerekli olan hazırlıkları yapmanın önüne geçebilir.
Evlilikle ilgili, ilişkilerle ilgili, zor kararlar veren bir grup olduğu gibi; kararlarında hiç zorlanmayan, her şeyin çok iyi olacağına dair hayallerden ötürü hali hazırda olan problemleri göremeyen bir grup insan da var…
İyi düşünmek, iyi olması için önemli bir adım olsa da iyi olmayan bir şeyi görmezden gelmek için bir kaçış noktası da olabiliyor bazen.
Rüya bitip de uyandıktan sonra, canı yanan taraf için çok geç kalınmış oluyor. “Geçen geçmiş, kalan sağlar bizimdir!” mantığıyla “Önümüzdeki maçlara bakalım!” tesellisine sığınmaktan başkaca bir yol kalmıyor.
Sosyal paylaşım ağlarıyla geçirdiğimiz onca vakitten dolayı pişman olsak da bu bizi vaktimizi daha doğru değerlendirmeye nedense götürmüyor.
Her gün işe geç kalan birisini düşünün. Erken de uyansa geç kalıyor, geç uyansa da… Her gün karar almasına, bir daha aynı hatayı yapmamak için niyet etmesine rağmen, ertesi gün evde oyalanarak yine geç kalabiliyor. Bunun nedeni yalnızca alışkanlık olmasa gerek. Burada bir düşmeye doyamamak durumu var. Bir adrenalin bağımlılığı durumu var…
Sanki bazı şeyler için “bize olmazmış, bizim başımıza gelmezmiş” gibi hissediyor insan. Olsa da atlatırız sanıyoruz ama bu his gerçek değil.
Tedbir alınması gerektiği halde tedbir alınmayan tüm ilişkilerde benzer sonuçlar kaçınılmaz oluyor. İlle de yeniden düşmemiz gerekmediği halde yeniden yeniye düşmeye devam ediyoruz…
Mesela bir pazar günü kavgasını neyin başlattığını defalarca test etmiş olsa da çiftler, aynı konu gündeme geldiğinde aynı tepkileri göstererek kavga edebiliyor. Taraflardan birisi ağlıyor... Diğeri kapıyı çarparak çıkıp, daha kapının dış tarafında bin pişman olsa da gururdan tüm günü dışarıda geçirmek zorunda kalabiliyor.
Bir-iki haftalık bir küslük durumundan sonra barış sağlandığında her şey çözülmüş olmuyor. Yine aynı çift yine aynı yerde birbirlerine girebiliyorlar…
Eleştirerek başladığımız bir konuşmada insanları kırarken kırılan da oluyoruz çoğu kere. Ama yinede iğnelemekten geri durmuyoruz.
Bu dünyadaki hiç kimseyi kendisi istemeden değiştiremeyeceğimizi bilmemize rağmen, değiştirmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Onca çabayı kendimize verseydik belki de ererdik ama ne eriyoruz, ne oluyoruz. Sadece kırıyor, kırılıyoruz.
Kredi kartlarının gerekli-gereksiz kullanarak ödeyebileceğimizin çok üstünde şişirdikten sonra aklımız başımıza geldiğinde aynı hatayı yenden yapmak da bir düşmeye doyamama örneğidir.
İnsanların onca acı çekmelerine rağmen ders almadıklarını görmek, düşmeye, acı çekmeye karşı bir bağımlılıkları olduğunu düşündürmeye başladı beni… Ne dersiniz, neden düşmeye doymuyor olabiliriz?
Nazlı Özburun
Aile ve Evlilik Terapisti
nazliozburun@gmail.com
Bazı insanlar defalarca aynı eksik hazırlanmayla mükemmel sonuçlar beklerler. Sonuç kötü olur. Ama zihin bunu bir başarısızlık olarak algılamaz…
Hatta bazıları için bu düşmeler, motivasyon sebebi bile olabilir. Daha hırsla sarılıp, başarıya gitmek için daha bir gayrete gelenleri de olabilir…
İnsan olarak bazılarımızın dünyaya ve olaylara ilişkin pozitif bir illüzyon kurduğumuzu ve bu illüzyona inandığımızı görüyorum.
“Her şey daha iyi olacak!” inancı bazen bir körlük nedeni olarak gerçeği görmenin ve gerekli olan hazırlıkları yapmanın önüne geçebilir.
Evlilikle ilgili, ilişkilerle ilgili, zor kararlar veren bir grup olduğu gibi; kararlarında hiç zorlanmayan, her şeyin çok iyi olacağına dair hayallerden ötürü hali hazırda olan problemleri göremeyen bir grup insan da var…
İyi düşünmek, iyi olması için önemli bir adım olsa da iyi olmayan bir şeyi görmezden gelmek için bir kaçış noktası da olabiliyor bazen.
Rüya bitip de uyandıktan sonra, canı yanan taraf için çok geç kalınmış oluyor. “Geçen geçmiş, kalan sağlar bizimdir!” mantığıyla “Önümüzdeki maçlara bakalım!” tesellisine sığınmaktan başkaca bir yol kalmıyor.
Sosyal paylaşım ağlarıyla geçirdiğimiz onca vakitten dolayı pişman olsak da bu bizi vaktimizi daha doğru değerlendirmeye nedense götürmüyor.
Her gün işe geç kalan birisini düşünün. Erken de uyansa geç kalıyor, geç uyansa da… Her gün karar almasına, bir daha aynı hatayı yapmamak için niyet etmesine rağmen, ertesi gün evde oyalanarak yine geç kalabiliyor. Bunun nedeni yalnızca alışkanlık olmasa gerek. Burada bir düşmeye doyamamak durumu var. Bir adrenalin bağımlılığı durumu var…
Sanki bazı şeyler için “bize olmazmış, bizim başımıza gelmezmiş” gibi hissediyor insan. Olsa da atlatırız sanıyoruz ama bu his gerçek değil.
Tedbir alınması gerektiği halde tedbir alınmayan tüm ilişkilerde benzer sonuçlar kaçınılmaz oluyor. İlle de yeniden düşmemiz gerekmediği halde yeniden yeniye düşmeye devam ediyoruz…
Mesela bir pazar günü kavgasını neyin başlattığını defalarca test etmiş olsa da çiftler, aynı konu gündeme geldiğinde aynı tepkileri göstererek kavga edebiliyor. Taraflardan birisi ağlıyor... Diğeri kapıyı çarparak çıkıp, daha kapının dış tarafında bin pişman olsa da gururdan tüm günü dışarıda geçirmek zorunda kalabiliyor.
Bir-iki haftalık bir küslük durumundan sonra barış sağlandığında her şey çözülmüş olmuyor. Yine aynı çift yine aynı yerde birbirlerine girebiliyorlar…
Eleştirerek başladığımız bir konuşmada insanları kırarken kırılan da oluyoruz çoğu kere. Ama yinede iğnelemekten geri durmuyoruz.
Bu dünyadaki hiç kimseyi kendisi istemeden değiştiremeyeceğimizi bilmemize rağmen, değiştirmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Onca çabayı kendimize verseydik belki de ererdik ama ne eriyoruz, ne oluyoruz. Sadece kırıyor, kırılıyoruz.
Kredi kartlarının gerekli-gereksiz kullanarak ödeyebileceğimizin çok üstünde şişirdikten sonra aklımız başımıza geldiğinde aynı hatayı yenden yapmak da bir düşmeye doyamama örneğidir.
İnsanların onca acı çekmelerine rağmen ders almadıklarını görmek, düşmeye, acı çekmeye karşı bir bağımlılıkları olduğunu düşündürmeye başladı beni… Ne dersiniz, neden düşmeye doymuyor olabiliriz?
Nazlı Özburun
Aile ve Evlilik Terapisti
nazliozburun@gmail.com
Kaynak: http://www.samanyoluhaber.com/yazar/nazli-ozburun/Dusmeye-doyamayanlar/746857/#ixzz1sZXCrsk1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder