Atlastan cepkenli yiğit akıncı
Dönmedin geriye bunca yıl oldu
Gözlerim yollarda ruhumda sancı
Elimde güllerim buruşup soldu…***
Ne zaman bu şiiri okusam ya da dinlesem, şiiri yazan gönül sultanı gibi
ben de kendimce beklenen o meçhul ve Kur’an ve sünnet müjdeli yiğit
akıncıyı tahattur eder, şair gibi ben de kendimce bazı duygular ağı içinde, çoğu
zaman gözyaşları eşliğinde bir his deryasına dalardım.
Aslında, beklenen yiğit akıncının, minberden yükselen sese kulak kesilen aydınlık nasiyeli
gençler olduğu muhakkaktı ve onlar "biziz" demeseler de yeri ve
zamanı gelince anadan, yardan ve serden geçip, bağırlarına taş basarak, bütün
hasretleri sinelerine gömüp şarktan-garba, şimalden-cenuba kadar
gitmedik yer bırakmayarak göstermişlerdi. Gitmişler ve kuruyan güllere bedel
taptaze güllerle, sümbüllerle, papatyalarla huzura gelmişlerdi. Yeni bir devran
başlamış, yiğit akıncı vazifesini bihakkın yerine getiriyordu.
Bu ve benzer düşünceler mezkur şiiri okurken zihnime gelir ve bazen birçok insanın düştüğü hataya yer yer beni de düşürürdü. O akıncıların varlığıyla, onları tanıma bahtiyarlığına erip onların sevinçleriyle sevinme ve hüzünleriyle müteellim olmakla kendimi avuturdum, tıpkı evliya menkıbeleriyle, ceddinin destanlarıyla avunan ve bu avunma ile vazife şuurundan ve varlık gayesinden uzaklaşan bir çok insan gibi...
Acaba eldeki kurumuş güllerle ve gönüldeki sancılarla beklenen, mukaddes yüke omuz verecek olan yiğit akıncı hep başkaları mı olacaktı? Acaba destanları yazan yiğitler hep başkaları mı olacaktı? Neden iş yapmaya, yükü kaldırmaya gelince, ortada yapacak bir vazife olduğunda hep başkalarını düşünüyor ve kendimizi unutuyorduk? Acaba Allahu Teala o mukaddes emaneti sadece bazı insanlara mı vermişti ve biz ondan muaf mı idik? İslamiyette ruhbanlık mı vardı ki dini yaşama, yaşatma ve i’lâ sadece bazı insanların yüklendiği mukaddes bir yüktü? Neden ortada
yapılacak bir iş var dendiğinde sağa sola bakmanın sebebi? Nedendi bir yük var,
bir iş var dendiğinde “ben varım” demeyişin sebebi?
Sanırım meselenin kökünde nefsimizi aşamayışımız, mukarrabin gibi nasihatları evvela nefsimize
söylemeyişimiz, kendimize karşı bir savcı gibi hesap soramayışımız,
nasihatları hep başkaları adına dinlememizdi. Eğer bizler de Allah Dostları gibi nasihlerin nasihatlarını üstümüze alsaydık ve başkalarına nasihat ederken de evvela kendi nefsimizi kastetseydik beklenen yiğit akıncının da hep dışarıda değil içeride, kendi içimizde olabileceğini anlayabilirdik. Evet beklenen bir yiğit akıncı da biz olabilirdik. Mevlana Hazretlerini ifade ettiği gibi herkes bir Meryem’dir ve içinde bir İsa taşımaktadır, bütün mesele o İsa’yı ortaya
çıkarabilmektir. Evet insan ahsen-i takvim suretinde yaratılmış ve bir insan-ı kamil olacak potansiyelde sahiptir.
Şu felaketler ve helaketler asrının her bir insanı Kur’an hakaikına iman, Efendimize ( aleyhissalatü vesselam ) intisapla ve o intisaptaki derinlikle doğru orantılı olarak O’nun gözünden düşen bir damla yaş, ayağını bastığı kutlu bir taş ve O'na manevi bir kardeş olabilir. Olabilir ama önce O’nun selamına muhatab olacak keyfiyeti kazanmaya çalışmalı yani “kardeşlerime selam olsun” mübarek beyanıyla tavsif edilen insanların vasıflarıyla vasıflanmalı, yani elini yükün altına koymalı, yani tıpkı Asr-ı Saadetteki gibi bir Ammar, bir Mus’ab, bir Bilal ( radıyallahu anhüm ecmain ) olmalı.. Beklenen yiğit de sanırım Asr-ı Saadeti aydınlatan yıldızlar gibi şu ahirzamanı aydınlatması beklenen kara sevdalılardır.
Evet her birimiz, müntesibi olduğumuz İslamiyeti, canımızdan çok sevdiğimiz Kur’an’ı ve ümmeti olmakla müşerref olduğumuz Resulullah’ı sevme, sevdirme ve gönüllerde olmaları gereken esas makama oturtma, bütün bu nimetlerin elimizden alınmaması ve ebedi hüsrana uğramama adına beklenen yiğit akıncının kendimiz olması gerektiğine inanmalı, ne yapar, nasıl ederim deyip, hem ferdi hem de içtimai anlamda kulluğun gereklerini yerine getirmeye çalışmalıyız.
Beklenen yiğit akıncı esen bir rüzgarla ya da yağan yağmur damlalarıyla gelmeyecektir. O içimizden, bu topraklardan çıkacaktır, çıkacaktır ama “o yiğit benim” diyecek babayiğitlerden çıkacaktır. Tabi ki bu iş öyle “o benim” demekle bir nefeste olacak değildir, zordur, meşakkatlidir, yorulmak ister, fedakarlık ister, hep veren el olmak ister, karşılığını dünyada beklememek ister, darılmamak ister, dövene elsiz sövene dilsiz ve bu yolda gönülsüz olmak ister; hasılı gerçekten çok zordur. Fakat önemli olan o niyetle yola çıkmak, ne yapılacaksa o niyetle ve o yolda yapmaktır. Maksuda varılır ya da varılmaz. Varsak da varmasak da o yolda olmak var ve önemli olan da budur. Esbab dairesinde yola çıkmadaki niyet bize, maksuda ulaştırıp ulaştırmamak ise Cenab-ı Hakk'a aittir. Biz Hakk’ın kapısında canlar feda eylersek, emrince hizmet edersek, elbette O da ahvalimizi soracak ve bizi yollarda mahvettirmeyecek, gayretlerimizi boşa çıkarmayacaktır. Madem ki kıymetimiz himmetimiz ile mebsuten mütenasip, öyleyse Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyoruz ki ;
Ya Rab! Niyetlerimizi murad-ı İlahine râm edip, her birimizi sahabe misal, yolunun kara sevdalısı, atlastan cepkenli birer yiğit akıncı eyle, âmin.
Hakan Yilmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder