26 Nisan 2012 Perşembe

Çocukluğun erozyonu


Çocukluğumda yaramaz değildim. Biraz inatçı olduğumu söyler annem o kadar… Ama az da olsa ceza alırdım, televizyonlu odadan diğer odaya gönderilirdim mesela. Bu benim için büyük bir cezaydı, haftada bir gece, o da cumartesi gecesi olan Türk filmini kaçırmak vardı. Ben diğer odada kıvranıp dururken, annemler Türk sinemasını izlerdi. Ceza mı, alın size ceza…

Şimdi düşünüyorum da aynı cezayı benim verebilmem imkânsız…

Çocuğuma böyle bir ceza vermeye kalksam, odasına gitmek onun için bir ceza değil, büyük olasılıkla ödül olur. Cep telefonundan, evde her daim var olan kablosuz internetten istediğini yapabilir. Odasında televizyon yok ama internetin olduğu her yerde, her şey, istediği anda en kolayından erişebildiği bir şeye dönüşüyor. Telefonu ortalama bir telefon olmasına rağmen üstelik de… Ayrıca mp3 çaları var. Kulağına taktı mı ben içeride ne söylesem,kendi kendime konuşmuş olurum…

Bugün teknolojinin içine doğan çocuklarımız büyük bir erozyona maruz kalıyorlar. Anneler uzunca bir süredir dışarının risklerine göre daha risksiz buldukları televizyonu bir çocuk bakıcısı olarak kullanmaya başlayalı çok oldu. Televizyonun verdiği yoğun uyarıcıyla büyüyen, televizyonun karşısında yemek yedirilen ve çizgi filmlerle uyutulan çocuklar, dikkat eksikliği sorununu yoğun bir şekilde yaşamaya başladılar.

Bu bir tesadüf olmasa gerek. Her odaya televizyonun alınması, internetin her daim hazırda olması, büyüklerin ilişki kalıplarını değiştirdiği gibi çocukluk döneminde daha fazla bir erozyona neden oluyor.

Çok fazla uyarana maruz kalan çocuklar zekâ olarak gelişiyor, çabuk öğreniyorlar, belki daha fazla bilgiye daha erken yaşlarda çocuk programları sayesinde ulaşabiliyorlar. Peki, bu nereye kadar anlamlı?
Sadece seyrederek ve seyrettirerek dünyaya ve yaşama dair orijinal bir bakış kazanılabilir mi? Hiç sanmıyorum!

Çocuklar şimdilerde birbirleriyle değil, ekranlarıyla oynuyorlar. Anneler arasında, çocuklarının bilgisayar kullanma becerisi bir övünme kaynağına dönüşmüş durumda. “Benden daha iyi biliyor!” diyor bir anne, yedi yaşındaki çocuğunun bilgisayar kullanmadaki becerikliliğini anlatmak adına. Akıllı telofonlar, tabletler çocukları avutmak için oyuncağa dönmüş durumda.

Bir bilgisayar oyununda adamları bir yandan öldürüp dururken, bir yandan onların tekrar dirildiklerini gören bir çocuk nasıl bir duygusal erozyona uğramaktadır, hiç düşünüyor muyuz?

Çocuk hayatı en çok oynadığı oyunlarla öğrenir. Eğer oynadığı oyunda eyleminin sonuçlarını gerçek yaşamda olduğu gibi alamıyorsa hareketlerinin sonuçları konusunda bir farkındalık kazanamaz.

Sonra siz bu çocuğa gerçek hayatta bir insana zarar verdiğinde onun canının yanacağını nasıl öğreteceksiniz? Merhamet duygusunu nasıl yaşanacak?

Teknolojiyle tanıştırma çılgınlığımıza feda ettiğimiz çocuklarımız, teknolojiyi nasıl kullanacaklarını öğrenemeden zararlarından dolayı telef oluyorlar.

Çocukluk dönemi bir daha asla telafisi olmayacak bir zaman dillimidir. Ve bu dönemde yaşının gerektirdiği oyunları sadece gözleriyle değil tüm bedeniyle katılarak oynayamayan bir çocuk, bir daha bu fırsatı ve bunun getirdiği öğrenme fırsatını yakalayamayacaktır.

Teknolojiyi seçerek ve geciktirerek çocuklara aktarmak zorundayız. Öncelik insan doğasına uygun olan davranış ve tutumların öğretilmesine verilmelidir.

En başta bizim teknolojiyle olan ilişkimizin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. İyi bir model olmak ve sonrasında çocuklarımızı teknolojiyle değil, önce doğayla, insanla ve kendisiyle karşılaştırmaya karar vermekle başlamak gerek...

Bazı şeyler için çok geç olabilir, özellikle “Çocuktur, anlamaz!” dediğimiz dönemden hemen sonra anlıyoruz ki onlar her şeyi anlamışlar ve üstelik bazı kurallar için artık çok geç olmuş.

O zaman oturup “Çocukluğu erozyondan kurtarmak için ne yapabiliriz?” diye her birimiz kendi özelimizde yeniden düşünmeliyiz. Ve ardından hemen harekete geçmek lazım ki vakit çocuklarımız için çok geç olacak…

Nazlı Özburun / Aile Terapisti
nazliozburun@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder