19 Şubat 2013 Salı

Ey nefsim!..


Gündüzler geceleri, geceler gündüzleri kovaladı... Günler haftalara, haftalar aylara; aylar yıllara inkılâb etti... Baş döndürücü bir sürat içinde yuvarlanırken rastladığımız her şeye uzandık, her şeyle meşgul olduk. Merak saikiyle bir yığın abese ömür harcadık, her biri mutlak bir hikmete hizmet eden ten zevk ve lezzetlerini maksad-ı bizzat telâkki edip neticelerinden sarfı-ı nazar ettik. Kısacası, koca bir ömrü hebâ ettik...

Hâfızamıza kazınan hâtıraların ölü ama geniş dünyâsı ile zihin ve muhayyilemizin mahsûlü emel ve hayâllerimizin sonsuz, ancak mevcûd olmayan dünyâsını hayatın kendisi vehmederek ölüm düşüncesini, ömrün kısalığını bir tarafa bıraktık. Ebediyete dünyâda mazhar olmuş gibi yaşadık... Yazık ki aldandık; bir vehmin, bir serâbın kurbanları olduk!.. Ömür, gerçekte çok kısa ve hayat, sadece yaşadığımız o kısacık ândı... Hep tek bir ân, son bir nefesten ibaret zayıf bir hayatı nasıl da daimî vehmettik Allah’ım!..

İhtiyarlamakta olduğumuzu fısıldayan bütün emâreleri önce duymazlıktan geldik... Sonra emâreler göz sahasına da girince ürperdik, sarsıldık, uyanacak gibi olduk ama “intibak” denen o tuhaf kabiliyetle yeni vaziyete de ayak uydurduk, umûmî bir gaflet “Hayat her yaşta güzeldir!” diyordu. Ağarıp seyrekleşen saçlarımıza, sarkan yanaklarımıza, kırışıkların haritaya çevirdiği alnımıza inad gafletli hayatımıza devam ettik...

Derken baştan çıkarıcı ten zevk ve lezzetlerimizin de eski tadlarını kaybetmeye başladığını dehşetle farketik, lâkin yine uyanmadık... Hastalıkların öncü kolları ağrı, halsizlik ve yorgunlukları şaşkınlıkla karşıladık ama hakîkate gözlerimizi yummakta devam ettik...

Üstümüze vazife olmayan, tesir edemediğimiz, halli bizden beklenmeyen umûmî hayatın bir yığın sûretâ büyük, gerçekte küçücük meselelerini halletmek için Donkişot’u akıllı mevkiine yükselten gayerteler sarfettik, bir yığın abes kavgaya gözü kapalı atıldık... Her kavga ruh ve kalbimizde bir yığın yara açtı, her mağlûbiyet dimağımızı mahvetti... Ancak yine de uyanmadık!..

Umûmî hayatın hiç sonu gelmeyecekmiş gibi daimî ve geniş görünen şa’şaalı hayatını hayatımız sanmak gibi dehşetli bir gaflete düştüğümüzü bir türlü anlayamadık. Her ölünün arkasından kısa ânlarla sarsıldık ama devam eden umûmî hayatın şa‘şaası içinde gaflet yolculuğumuza geri dönmekte hiç gecikmedik. Ölümünün ardından bir kaç gün Ertaş’ın nağmeleri ile hüzünlendik, bir kaç gün Birand’ın  “Aman kimselere randevu vermeyiniz!” deyişiyle hüsrâna uğradık ama asla uzun sürmedi... Hiçbir felâketin sarsamadığı, hiç bir uçurumun ürpertmediği o kalın gafletimizle hep devam ettik...

Halbuki ey nefsim!.. Herkes gibi seninde kısacık bir ömrün, elem ve ızdırablarla alûde zayıf ve fânî bir hayatın var!.. Tiriliyonlarla zerrenin içine yerleştirildiği derin bir gün yırtılacak, zerrelerini bir arada tutan ruh ile hayat çekilecek ve zerrelerin toprağa geri dönecek, dağılacaktır... Sen zannettiğin cesedinden kurtulmak isteyen o çok sevdiklerinden geride kalanlar, ondan kurtulmak için toprağın altına gömmekten başka bir şey yapmayacaklar, yapamayacaklar... Öldüğün ânda onlar için en mühim iş, cesedini toprağa gömmek  olacaktır; bunun için çok acele edecekler. Bir akşam vakti ölmüşsen en fazla sabahı bekleyecekler, lâkin cesedin ikinci akşamı toprağın üstünde göremeyecek, mutlaka gömülmüş olacaksın...

Hayatının şu hazân mevsiminde de uyanmazsan, büyük “Hikmet”i görmez, sonsuz “İlim” ve “Kudret” tecellilerine gözlerini yummakta devam eder “Allah”ı  Güneşten daha parlak bir şekilde çıplak gözlerle görmezsen ebedî mağlûb ve kaybetmişlerden olacaksın. Kaybettiklerini ne çözülen Kürt  Meselesi, ne Erdoğan’ın Başkanlığı, ne de umûmî hayatın senden sonra da bir müddet devam edecek şa‘şaalı gidişi telâfi edebilir... Vehim ve hülyâlarından sıyrıl... Bu vahanın yeşilliğinde su yok!.. Uyan artık...

Hüseyin Yilmaz - Bugün Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder