27 Ocak 2013 Pazar

Testtür Kararım


Hayatımın hiçbir döneminde kadınlar arasında açık, kapalı ön yargım olmadı. Hiç kimseyi bu kriterle yargılamadım. Benim tesettürden anladığım, bir ibadetti çünkü, namaz gibi, oruç gibi, zekat gibi… Yapabilenlere hep gıpta ile baktım. İnsanın Allah rızası için alacağı bir karar olmalıydı bu çünkü… Tesettürlü dostlarım da oldu, en açığı da… Biliyordum ki aslolan yürekti ve bizler ilmimizi artırdıkça bir şeylerin eksikliğini ya da fazlalığını hissedebilirdik yüreğimizde.

Uzun zamandır içimde varolan bir istekti tesettür, biraz da canımı acıtan… “Kim ne der, kim nasıl bakar, acaba iş bulamaz mıyım, hayat çekilmez hale gelir mi, insanlar bir siyasi görüş gibi algılar mı…” gibi kaygılarım vardı, nefis bu ya hiç rahat bırakır mı? Ama yürekten tefekkür ettikçe “Allah’ım yapacağım her şey senin rızan için olmalı, atacağım her adım senin yolunda olmalı, bana yardım et.” diye dua ediyordum.

Dinimizin ilme verdiği önemi öğrendikten sonra, hep dar zamanlarım olsa da daha çok öğrenmeye ve öğrendiklerimi uygulamaya gayret ediyordum. Şu üç günlük dünyaya gönderilme nedenimiz sadece yiyip, içip, yatıp, ceplerimizi parayla doldurup, sefa içinde yaşamak olmasa gerekti.

Bir Cuma günü, tam Cuma vakti… Tam kendimi tefekkürün sularına bırakmışken, içimden bir ses, “Gonca, ne zamana kadar yaşamayı düşünüyorsun? Her an ölüm gelip çatabilir ve ne zaman öleceğin belli değil, farkında mısın? Ölmek için hazır mısın?” dedi, irkildim.

Ölüm… Ne kadar soğuk ve uzak bir kelimeydi oysa. Daha çok gençtim, yaşayacağım çok şey vardı, şimdi ölümü düşünmenin zamanı mıydı?

Ben zihnimden atsam da hayatımdan söküp atabilir miydim bu ölüm gerçeğini? Bir anda Sanki Ömer Hayyam konuşmaya başladı yanı başımda:

“Niceleri geldi, neler istediler. Sonunda dünyayı bırakıp gittiler…

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler.

Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek, bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,

Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün… Zira senin üstünde de otlar bitecek. ”

Sonra “Evet Gonca, şimdi ilminle amel etme zamanı.” dedim kendime. “Kalk yerinden ve Rabbinin farz kıldığı bir emri yine O’nun rızası için yerine getir. Kim ne diyecek, kim beğenecek, kim beğenmeyecek kaygısı taşımadan, modern hayatın dayattıklarına bakıp yılmadan, Rabb’ine sığınma vakti.”

O kadar çok varlıkla lütuflandırdı ki Yüce Rabbim beni… Sağlık, O’nu kalbime koyan güzel bir aile, her an sevgisiyle yanımda olan bir eş, bir yavru ve annelik… Yediğim önümde yemediğim arkamda…

Saymanın bile mümkün olmadığı bunca lütfun şükrü nasıl yapılabilirdi… Günlerce secdeden kalkmasam yine belki yediğim bir lokmanın şükrünü yapmış sayılmayacakken, O’nun emrettiğinin en doğrusu olduğunu bile bile tersini yapmak bir kaçıştı…

Çok şükür, bu kaçış yolu bu sefer O’na çıktı ve kendi isteğimle yürekten bir dua ile tesettüre girdim.

Nefis bu ya, “30 yıllık alışkanlığı bırakmak kolay olmaz.“ diyordum. Ama hiç öyle olmadı, doğduğundan beri örtülü dışarı çıktığımı görmeyen yavrum bile “Anne neden başını örttün?” diye hiç sormadı. Kimi “Hayırlı, mübarek olsun.” diye karşıladı, kimi şaşkınlıkla, kiminde bir tuhaf bakış, kimisinin gözlerinde “Acaba kimden etkilendi?” soruları…

Merak edenlere cevap olsun: Bütün kâinatı kusursuzca ayaklarımın altına seren, eksiklerime rağmen lütuflarını hiç eksiltmeyen Rabb’imden etkilendim.

Tesettür kararımdan ve köşelerimdeki fotoğraflarımı değiştirdikten sonra bir e posta aldım. İzmir’den Gülşah Hanım yazmıştı. Okuyunca gözyaşlarımı tutamadım… “Yazılarınızı hep severek takip ediyordum ve ‘Bu güzel düşünceli insana inşallah Rabbim tesettüre girmeyi de nasip eder.’ diye dua ediyordum.” …

Yıllardır istediğim, hayalini kurduğum bir ibadeti neden Allah bana şimdi nasip etti, işte bu mailden sonra çok iyi anladım. Başta sevgili Gülşah Hanım olmak üzere tanımadığı bir insan için dua edecek kadar güzel kalpli bütün okuyucularıma yürekten teşekkür etmek istiyorum, Allah hepinizden razı olsun.

Bunca yıl açık olup da şimdi tesettüre girmek nasıl bir şey, eminim merak eden çok kişi var. Bence tesettür önce insanın yüreğinde başlıyor. Sonrasının hissettirdiği şey ise huzur dolu bir tamamlanmışlık duygusu…


Gonca ANIL

10 Ocak 2013 Perşembe

NEFİS MUHASEBESİ İÇİN YOL HARİTASI



Bize ihsan edilen hayatın her safhasının, dakikasının hesabını vereceğimize göre, imtihanın bir gereği olarak manevî bir muhasebe yapma vakti artık gelmedi mi?
İnsanoğlu şu hayatta ne kadar da çok hesap yapıyor. Ev kirası, elektrik, doğalgaz  ve dahi ay sonu nasıl gelir hesapları. Üstüne işyerindeki performans, amirle, iş arkadaşlarıyla olan diyalogların hesabı ekleniyor. Öğrenciyseniz zaten o hesapların sonu hiç gelmiyor. Vizeler, finaller derken içten içe bir muhasebe devri başlıyor. Yaklaşık dört satırda sıralananlara bakınca, ne kadar da küçük ve geçici hesaplar peşinde olduğumuz görülüyor. Ama gelin görün, insan asıl hesaba çekilmesi gerekenin kendisi, nefsi olduğunu unutuveriyor. Günlük ve maddi hesapların arasında sıkışıp kalırken, manevi hesaplar göz ardı edilebiliyor. Peki, manevi dinamikleri zinde tutacak bir muhasebe için ne yapmalı?
 Öncelikle farkında olmadan sıkça kullandığımız bu kavramın tam anlamını bilmekte fayda var. Muhasebe, hesap görme, hesaplaşma manalarına geliyor. İlk anda sanki mali gelir-gider dengesini takip etmek gibi algılansa da, esas itibarıyla insanın kendini sürekli olarak manen sorgulamasının adı muhasebe. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Kalbin Zümrüt Tepeleri adlı eserinde, ideal muhasebeyi “Mü’minin, her gün, her saat, iyi-kötü, yanlış-doğru, günah-sevap yaptığı şeyleri gözden geçirip, hayırları, güzellikleri şükürle karşılaması; inhirafları, günahları istiğfarla gidermeye çalışması; yanlışlıkları, kötülükleri de tevbe ve nedâmetle düzeltmeye gayret göstermesi adına çok önemli bir cehd ve insanın kendini isbat etmesi mevzuunda da ciddi bir teşebbüs” olarak anlatıyor.
“Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın”
Gülen, bir başka eseri olan ‘Kendi İklimimiz’ kitabında ise derin bir muhasebe insanı olan İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) murakabe şuurunu anlatıyor. Ümmeti için en güzel örnek olan Allah Resûlü’nün (sas), “Bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” yani “Yataklara girip yatamaz, ağzınıza koyduğunuz lokmayı yutamaz ve bir yudum su içemezdiniz.” duyurduğunu belirtiyor. Nebiler Serveri şahsî hayatının her ânını, muhasebe duygu ve düşüncesine bağlı yaşadığı gibi bu çizgide, başta yakın çevresi olmak üzere tüm insanlığa bu konuda belli ihtarlarda bulunuyor.
Nitekim bir gün O (sallallâhu aleyhi ve sellem), en uzak daireden başlayıp, en yakın daireye kadar, bütün yakınlarını çağırır. Sonra, “Ey Kâ’b b. Mürreoğulları, Ey Abdimenafoğulları, Ey Abdülmuttalipoğulları!” diyerek onlara ayrı ayrı seslenir ve “Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam!” buyurur. Tam da bu noktada “Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Her nefis yarın için ne hazırladı ona baksın.” (Haşr, 59/18) âyeti ile Hz. Ömer (as)’e nispet edilen “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. Tartıl­madan önce nefsinizi tartın.” ifadesi akıllara geliyor. Her biri hayatlarıyla bizlere örnek olan ve günümüze ışık tutan sahabi efendilerimizle ilgili anlatılan misaller de ortada. Amr b. Âs’ın (ra) ölümüne yakın günlerde geçmişin muhâsebesinin ve hâlin murâkabesinin ağırlığı altında kimseyle görüşmeyerek günlerce ağlaması ve bu şekilde Hakk’ın huzuruna çıkması ders alınacak bir örnek.

Nefis muhasebesine giden yol…
İmam Gazali Hazretleri’nin “Kişi nefsini, alıp vermiş olduğu nefeslerden, her an kalbi ve uzuvlarıyla yapmış olduğu günahlardan dolayı hesaba çekmelidir.” sözü ise iç muhasebe konusunda başka bir perspektif. Bu noktada insanoğluna düşen, günlük, maddi hesapların içinden bir an olsun sıyrılıp, iç dünyasına çekilmesi, muhasebe ile kendi fethini gerçekleştirmesi. Gerçek insanî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duyguların geliştirilmesi, korunması adına bir ruh cehdi ve düşünce sancısı çekmenin zamanı gelmedi mi? İnsan bu sancı ile dünü, bugünü ve yarınıyla alâkalı hayrı-şerri, güzeli-çirkini, faydalı-zararlı şeyleri birbirinden ayırıp gönül istikametini koruyabilir.
Şimdi, kalkılmayan sabah namazlarını, ‘gece kalkıp kılarım’ denilen yatsı namazlarını, aceleyle ve hakkını vermeden yapılan bütün ibadetleri, sorumsuz ve şuursuzca işlenen günahları telafi etme zamanı. Nasıl günlük hayatta aylık ödeme, gelir-gider hesabı yapılıyorsa, işyerinde durum değerlendirmesi yapıp ona göre yol alınıyorsa, Cenab-ı Hakk’a yakışır bir kul olabilmek adına maneviyata ve ruh dünyalarına dair günlük, haftalık, aylık hesaplar yapma vakti geldi de geçiyor.
Başkalarını değil, kendini hesaba çekme
Nefis muhasebesi elbette sadece bunları yapmakla kalmıyor. Çoğumuz hâlâ başkalarında kusur arayıp, onları kusurlarından dolayı sorgulayabiliyoruz. Oysa asıl sorgulanması gereken kendi kusurlarımız olduğu halde. Biri gırtlağına kadar çamura batsa, bizim ise çamur sadece topuğumuza bulaşsa yine de karşımızdakini sorgulayıp “Bu kadar çamur da ne?” demeye hakkımız olmadığını unutuyoruz. Üstelik “Neden ben topuğumu kirlettim?” deyip kendimizi sorgulamak dururken. İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman’a göre, insan önce kendini eleştirmeli, dünya ve ahirette işe yarar amelleri (yapıp ettikleri) için sevinmeli, Allah’a şükretmeli, kötü amelleri için ise kendini levmetmeli, kınamalı, sıkıştırmalı, pişmanlık duymalı ve rotasını düzeltmeye çalışmalı. Özünü eleştirmek ferdî olabileceği gibi topluluğa ait de olabilir; ailenin, grubun, ümmetin durumu gözden geçirilmeli. Sonucunda ise olabildiğince tarafsız değerlendirmeler yapıp, ortaya çıkacak karne notlarına göre durumdan vazife çıkarılması gerekir. Bu konuda Allah katında mahcup olmamak  için evvelâ insanın, kendi mu­hasebesini çok iyi yapıp, günde birkaç defa Rabb’isiyle olan münasebetini mutlaka gözden geçirmesi gerekiyor. “O hâlde biz­ler, zirvelere tırmanan dağcılar gibi, ayağımızı attığımız ve atacağımız yeri çok iyi kontrol etmeliyiz. Urganımızın ucun­daki kancayı çok sağlam bir zemine tutturmalıyız; zira yapacağımız en küçük bir yanlışlık, hayatımıza mâl olabilir.”

Muhasebe için yol haritası

Pek çok kaynakta nefis muhasebesi adına atılabilecek ilk adımın, ibadetleri bir ritüel halinden çıkarmak olduğu söyleniyor. Bu konuda eğer bir yol haritası gerekiyorsa şöyle bir çizgi izlenebilir:
İbadetleri samimi olarak yapma...
Allah’a karşı yaptığı ibadetlerin en şuurlusunu bile eksik bulma...
İnsanlar karşısında kendisini hor ve hakir görme; hem o kadar hor ve hakir görme ki, sadece kâfir olmadığından dolayı oturup kalkıp Allah’a şükredebilme....
Burada bir parantez açmakta fayda var. Zira Bediüzzaman Said Nursi  Hazretleri, “Mecmuatü’l-Ahzab”da büyük zatlara ait “En şaki kulum” ifadelerini “Senin lütfun olmazsa” şeklinde düzeltiyor. Bu husus, büyük zatların nefis muhasebesini gösterme açısından önemli bir misal teşkil ediyor.
“Tefekkür gafleti izale eder.” cihetiyle yapılan her işte, söylenen her sözde gaflete düşmemek adına inceden bir tefekkür halinde olma...


Kaynak: http://www.zaman.com.tr/aktuel/nefis-muhasebesi-icin-yol-haritasi/2039170.html