2 Mayıs 2012 Çarşamba

Doğrudan Kur’an çağı


Batı’da siyasi olarak sağ yükselirken ve Müslümanlara yönelik kısıtlayıcı uygulamalar artarken İslam da olmadık şekilde intişar ediyor ve yayılıyor. Fransa’da İslam, doğrudan veya dolaylı veya müspet ve menfi olarak seçimlerin malzemesi haline gelmiş bulunuyor. Sarkozy, Fransa’da 700 kadar caminin kendi aleyhinde birleştiğini ileri sürüyor. Keza Sarkozy seçimlere malzeme çıkarabilmek için Hasan el Benna’nın torunu Tarık Ramazan’a da sataşıyor. Onun sayesinde Tarık Ramazan, Fransız seçimlerinin ikonlarından birisi haline geldi. Sarkozy, Tarık Ramazan’ın da seçimlerde Müslüman kitlelerin Sosyalist aday Hollande lehinde oy vermeye imale ettiğini ileri sürüyor. Esasında fabrikasyon veya imal olan bu atıf, Tarık Ramazan tarafından yalanlanmakla kalmamış aynı zamanda Ramazan muhatabının salgıladığı zehri boşa akıtmak için seçimlerde favorisinin Sarkozy olduğunu söylemiştir!

Sarkozy ile Ramazan zıtlaşması başörtüsü meselesinden kaynaklanıyor. Stasi Komisyonu sırasında Tarık Ramazan, Sarkozy’nin başörtüsünü kısıtlaması yönündeki çabalarına itiraz etmiş ve eleştirmişti. İkisi televizyon ekranlarında başörtüsü meselesiyle alakalı olarak karşı karşıya gelmişti. Sarkozy bizdeki 28 Şubat sürecindeki bazı üniversite rektörlerini andırıyor. Kemal’ler silsilesindeki Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu gibi. Sarkozy sürekli olarak Tarık Ramazan karşısındaki hazımsızlığını dile getiriyor. Seçimlerde Tarık Ramazan ve İslam’ı malzeme ve sağcılara yem yapmak isterken Ramazan’ın aydın olmadığını da söylemiştir. Artık aydın kriterini de Sarkozy belirliyor. Zira kendisine göre aydın Bernard Henri Levi tipindeki Siyonist filozoflar olmalıdır. Kendisi gibi Yahudi asıllı olan Kahn’a bile komplo kurduğu ileri sürülen Sarkozy’nin gözleri dönmüş olmalı. Lakin Sarkozy sayesinde Levi ile Ramazan arasındaki fark da açığa çıkmakta ve ilk defa Müslümanlar Fransa ve Batı’da entelektüel ağırlıklarını hissettirmektedirler.  Maalesef Sarkozy gibiler sayesinde Fransa’da Cumhuriyet din düşmanlığı haline gelmiş ve cumhuriyet ilkeleri neredeyse SSCB dönemindeki komünist ilkelere benzetilmiştir.
*
Sarkozy’nin ifadesiyle Fransa’da cami sayısı 700’ü bulurken Kentucky Üniversitesi İslami Araştırmalar hocası İhsan Bagby’nin araştırmalarına göre ABD’deki cami sayısı 2000 yılında 1209 iken 12 yıllık aradan sonra 2.106’ya ulaşmış bulunuyor. Cami sayısı 2000 yılından günümüze yani 12 yıllık dilimde yüzde 74 oranında artmıştır. (http://arabnews.com/opinion/columns/article622362.ece). Başka bir araştırmaya göre de, ABD’de Müslümanların nüfusu Yahudilerin nüfusunu geçmiş ve  2000 yılından itibaren Müslümanların sayısı 1.6 milyon civarında artış kaydetmiştir.  Fransa’da da Protestanların sayısını aşan Müslümanlar Katoliklerden sonra ikinci dini grup haline gelmişlerdi.  ABD’de en büyük dini grubu Protestanlar teşkil etmektedir. Onlardan sonra Katolikler 58 milyon ile ikinci sırayı almaktadır. Üçüncü sırada ise Müslümanlar gelmektedir. İhsan Bagby 2001 yılından itibaren cami merkezli araştırmalar yapmakta ve camilerin radikalizm değil entegrasyon merkezi haline geldiklerini ve Amerikalı Müslümanların genelinin kendilerini önce Amerikalı hissettiklerini veya tanımladıklarını ifade etmektedir. Bu alan araştırma ve çalışmaları ABD’nin Bernard Henri Levi’si mesabesindeki Daniel Pipes gibiler tarafından camileri masum gösterme kampanyası olarak algılanmıştır. Verilerin çarpıtıldığını ve tahrif edildiğini ileri sürdürmektedir. İhsan Bagby’ye göre, Amerikalı imamların kahiri ekserisi (en az yarısı) İslami kuralları modern şartlar ışığında yorumlamakta ve maslahat çerçevesinde esnek olarak anlamaktadır. İmamların sadece yüzde 10'u İslami kuralları harfi olarak anlamakta ve (canonical interpretation) yorumlamaktadır.
*
Buna mukabil, şüpheci odaklar hala Müslümanları ve camileri tarassut altında tutmakta ve Müslümanları potansiyel suçlu addetmektedir. Sözgelimi, İncilci Hıristiyanlar İslam’ın yayılmasıyla alakalı alarm zillerini çalıyor ve TLC Kanalı gibi kanallarda  “All-American Muslim”, "Bütün Amerikalılar Müslüman" gibi kışkırtıcı reklamlar vermektedirler. Bu kışkırtmayı 2004 yılında Bernard Lewis Avrupa düzeyinde yapmış ve mutaassıp insanların kulağına kar suyu kaçırmak istemiştir.  Avrupa’nın, nüfus göçleri ve Müslümanların doğum oranları nedenleriyle yüzyıl içinde tamamen Müslüman olacağını öngörmüş daha doğrusu Avrupa kamuoyunu ve karar mercilerini kışkırtmıştır.  28 Temmuz 2004’te Alman Die Welt dergisine verdiği mülâkatta Lewis aynen şunları söylemiştir: “Yüzyılın sonuna kadar Avrupa’ya İslâm hakim olacaktır. Avrupa Arap batısının, Magreb’in bir parçası haline gelecektir.” Lewis Avrupa’nın paranoyasını kışkırtmıştır. Bu paranoya nedeniyle New York Polisi Müslümanlara yönelik olarak gözetleme ve tarassut programı uygulamıştır.  Genel tabloya baktığımızda ‘İslam bihayr’ demekten kendimizi alamıyoruz. Kur’an ve İslam, Allah’ın himayesi altındadır. Ve bu himaye her geçen gün kendisini daha fazla hissettirmektedir. 11 Eylül ise hayra dönüşen bir şer makamında kalmıştır. 11 Eylül hadisesi, Bediüzzaman’ın Ağrı Dağı rüyasının küresel versiyonunu temsil etmektedir. Arapların deyimiyle: Rubbe darretin nafia/ Bazı zararlı şeyler faydalıdır. Bediüzzaman’ın dediği gibi surları yıkılan çağda Kur’an kendini savunuyor.

ABD’deki Terry Jones gibi bazı kendini bilmez papazlar Kur’an-ı Kerim’i yaksalar da Kur’an  kendini her düzeyde müdafaa etmektedir. Bediüzzaman'ın anlatımıyla rüya şudur:

"Birinci Sebep: Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "İ'câz-ı Kur'ân'ı beyan et." Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım. Madem i'câz-ı Kur'ân'ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette, o i'câzın hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nev'inden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, i'câza yardımdır ve izhar etmek gerektir. İkinci Sebep: Madem Kur'ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır…"

Mustafa Özcan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder